30 Kasım 2012 Cuma

Başlıksız...

Kaçışlarına sığınmayı tercih edebiliyorsan, sığınaklarının kucaklamasını inkar edip, kaçtıklarından yardım dilemeyeceksin kardeşim.! Yok öyle bir dünya..

22 Kasım 2012 Perşembe

Zamansız Karalamalar



Belki de fazla acımasız olmak lazım hayata..!
Acımasız anlara tutunup kalmaktan yorulup, umutsuz çırpınışların dansının nüansını özlemek belki de..!
Frekans ayarını tutturamadığın bir dalga eşiği uzağındayken varsayılmışlıkların anlamsızlaşmak belki de!
Acımasızca vurdumduymazlık belkide! Vurdumduymazlığa tepkin, tepkiye verdiğin nötr enerjinin yansıması, negatif potansiyelinin tetikleyicisi belki...de..
Kim bilir.. Belki de kanayan yarana bastığın tuzun tadını özlemek..özlem ile acı arasında ruhsuzca beslenmek hüzne dair.. Kim bilir..
Mutluluğu bir kalemtraşın çöpünde aramak belki de.. kim bilir :)

Bilinmez.
Not defteri karalamalarımdan..Zamansız bir karalamanın anlamsız bir cümle yapıcıkları de geç..

20 Kasım 2012 Salı

6 Kasım 2012 Salı

Çanakkale 1915 "spoiler içerir"


Geçen gün büyük bir hevesle uzun zamandır sinemaya gitmemiş olmanın gıcık ruh hali içinde, geldik mi sinemaya.. Eşimle geçtik tabelanın karşısına düşünüyoruz hangi filme gitsek diye..  En sonunda Çanakkale filmine gitmeye karar verdik. Bizim için ne kadar büyük bir hayal kırıklığı olduğunu 1 yıldır sinemaya gidememiş olup, zar zor şartları ayarlayıp gidebilen ve karşılarında vasat bir film bulan arkadaşlar çok daha iyi anlayacaklardır..

Böyle muazzam işlenebilecek bir konuyu, dramatize bir senaryo, acıtasyon, şans etkeni .. gibi basitsenişi beni acayip sinir etti. Böyle başarılı komutanların, askerlerin olduğu bir ordu 3-5 minik sahneyle geçiştirilmesi daha da bir acıydı. Çanakkale'de şehit düşenlerin, o başarıda rolü bulunan kanı dökülen şehitlerimizin kemikleri sızlar mıydı diye sorasım geldi bir an!


Filmde öyle çok saçma sapan sahne vardı ki.. Bir çok blogda, haber sitesinde de benzer betimlemeleri kullanmış bir çok izleyici. Ben de sanırım benzer konulara değineceğim.
O dönemin tarihini, sistemi, diğer devletlerin kurgularını, idamelerini, olası tartışmalarını, dönemin ünlük hayatını,..vs çok daha net ve güzel verebilirdi. Konuya bunları serpiştirerek çok daha duygusal an-lar yakalayabilirdi. Bir çok örneğini izliyoruz. İzledik de! Dönemin iyi ve kötü yanlarını daha net anlatabilirlerdi ve çok daha etkileyici olurdu. Çanakkale Zaferini bilmeyen yoktur bu nedenle filme giderken hem bilindik bir senaryo hem de konu ile gitmek zaten kocaman bir eksi teşkil ederken, daha etkileyici ve seyirciyi çeken bir şeyler yapılmalıydı. Filmi izlerken sanki şu an bir atraksiyon gelecek diye bir beklenti içinde heyecanla bekliyorsunuz, çünkü tarihiniz. Ama o heyecan bir gelip bir kayboluyor.O heyecanı bir türlü yakalayamadım. Ve nedense pek tarihi gerçeklik payını yeterli bulmadım. Mustafa Kemal Paşanın senaryoda oldukça ikinci planda tutulması biraz hayal kırıklığına uğramama sebep olmuştu, ekip çalışmasının önemini,zekası, stratejileri, düşünce sistemini tek başına değil tartışarak ekibi ile düşünerek verdiği kararları.....Enver Paşanın Alman Hayranlığını ve ülkeye olan negatif etkisini, ülkeyi batma konumuna getirmesini ayrıca beğendim :). 


Senaryoya serpiştirilmiş parçalar baz sahnelerde neredeyse müzikal havası verse de, ara ara baygınlık vermedi değil! Efektlere söz söyleyemiorum bile.! Çok kötüydü. 



Tarihi konulu filmlerde sanki daha çok tarihi olay ve o dönemi yaşamış hissi vermesi gerekli olduğu kanaatindeyim ben. Bu filmde ben sanki ilahi gibi müzikler eşliğinde, savaş sahneleri ile geçiştirilen, ufak kurgu yumakları gördüm. Üzücüydü.!


Kurgu açısından tarihi canlandırması hususunda 120 filmi bile açık ara fark ile öne zıplardı. 1453 bile!..


Bayrak Mevzusunu da atlamak istemiyorum.. Türk Bayrağı 1925 yılında kabul edildiğine göre, bu film 1925 yılından sonra gerçekleşen bir olayı anlatıyor!!!     :) Ters orantıyı görmezden geleceğiz artık.


"180 kiloluk top mermisini kimse olmadığı için sırtına alıp, gemiyi vurmak için tek başına gayret gösteren bir kahraman"ı, "3 tane 180 kiloya bana mısın demeden sırtlanan, bağıra bağıra alkış tutan bir seyirci kitlesinin önünde ki dikkat ederseniz bir tanesi bile elini uzatıp yardım etmeyip seyre dalmış durumdalar, sanki film içinde film sahnesi.." Çok bir etkilendim.!


"Topa bakıyor. Topun kaldırma mekanizması hasar görmüş vaziyette. Gözü yerde durmakta olan mermiye ilişiyor. Büyük bir öke ve hırsla 180 kiloluk mermiye yürüyor. Mermiyi sırtlandığı gibi kısa ve titrek adımlarla topa yürümeye başlıyor ve topun namlusuna mermiyi sürüyor. Büyük bir hırsla nişan alıyor ve topu ateşliyor.  Oceans zırhlısını arka tarafından vuruyor. Dümeni hasar gören gemi sürüklenmeye başlıyor. Bir müddet sonra Nusrat Mayın Gemisi’nin döşediği mayınlardan birine çarparak büyük patlama ile Boğazın derin sularına gömülüyor. "alıntı linki.


Askeri taktiklerin işlenmesi en güzel tarafıydı. Duyusal geçişler, ailelerin dramlarının minimize bir stilde olsa da yansıtılması güzeldi. Ama "keşke daha çok sahnede bu hikayeler işlense idi." 


Askeri taktiklerin komple şansa ve dengesiz bir boşvermişlikle kurgulanması oldukça garipti.


Zira biliriz ki, Çanakkale Deniz Zaferi, bir milletin “varoluş” destanıdır. Olağanüstü kahramanlıkların, vatan ve millet sevgisinin yaşanmış ve gerçek öyküsüdür.Çanakkale Destanı, 250 bin vatan evladının şahadet öyküsüdür. Çanakkale Destanı, tarihin akışını değiştirmiştir.Canını verdi, düşman donanmalarını Çanakkale’den geçirmedi. 


ÇANAKKALE GEÇİLMEZ! çığlıklarının yükselmesine vesile olan bu vatanın evlatları çok daha farklı kültürler tek yürek oldular..!



Oyuncular: 

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Tepki mi o da ne!



Facebook ve uygulamaları arasında sıkılıp bunalmış, hatta sıradanlaşan oyun monotonluğundan bile kusacak pozisyona geldiğim bir anı yaşadım bugün yine...

Arada üç beş arkadaşla yapılan atışmalar, dürtüklemeler, Snopii yeter dürtme :) dercesine geri bildirim sıklığımızın saniselere düştüğü anları kovaladığımız sıkıntılı bir o kadar da kendi kendimize eğlence yarattığımız bir akşamüstü sefası sonrası, eleştirel bir yazı gördüğümde, bir minik kedinin minik bir yün yumağını merdivenden yuvarlanırken görüp sevinmesi gibi sevinerek konuya daldım.

Konudan biraz bahis edeceğim tabi, biraz sabırlı olmak gerekli..

Gündemdeki reklamcıların psikolojik sorunlarından bir açıldı konu.. Ki bence gerçekten önemli bir konu. Hangi akıl yapısı bir araba ile yatan bir kadının bir arabanın satışına etki edeceğini düşünür.! Nasıl bir aşşağılayıcı tavırdır... Nasıl bir mantıkla yapılır. Aslında şu an buldum bu mantığı, "reklamın iyisi kötüsü yoktur kardeşim, sen şu an bile bizim o beğenmediğin reklamımızı anlatıyorsun, demek ki hedefe ulaşmışız." Ya ciddi manada bir eksiklik söz konusu, hangi hedef bu bahsi geçen, sırf o reklamdaki aşşağılamadan dolayı ben o kanalları bile sırf sinirlenmemek için izlememiştim bir süre.. Hatta bu tarz bir reklamı kanallarında yayınlamalarını kınamıştık da, sanki reklam seçimi yapabiliyorlar-mış gibi... Yapabiliyor lar mı acaba?

Bu tarz abuk reklam / program dolu.

Sonra başka bir sayfada, turkcell modu açıktı. Yeni reklam kampanyaları eşliğinde, üniversiteli gençlerin yürüttüğü, sırf dikkat çekmek için uydurdukları "uydurdukları diyorum çünkü hiç bir manası yok, sanki eroin çekmiş kafayı bulmuşlar gibi bir slogan" o içten içten insanı boğan sıkan sloganları. Ve slogandan doğaçlanıp dallanıp budaklanan medya programlarının kalitesinden sırf saçma ve anlamsız programlar ile nasıl ödün verdiğine, oradan da mesleki hedef analizinden bir haber olmaları da imkansız olsa da! nasıl bu kadar içi boş yayın yaptıkları konusunda beynimizde soru işaretleri ile kalakaldık.

Aklıma birden turkcellin diğer akılda kalan ama, bu kısım önemli. reklamları geldi. Güzeldi, biz kaliteliyiz ondan kazığımız biraz kocamandır. Felsefesinin yanısıra, iyi firmadır. Hızlı ve ulaşımı kolaydır. Hizmetten ödün vermez..! Fiyattan da.... :)   yazık aç kalırlar vesselam. Bu felsefe yüzünden hattımızı değiştirdik cümleten, daha da devamı gelir bu koronun...

Haydi gençler.. açın sesi... şarkı söylüyoruz.!


10 Temmuz 2012 Salı

UPpS!!!!




Zincirlerimi kırıp deli gibi koşmak belki de kaçmak istiyorum bu sıralar..

Güvenilesi insan kalmadığı, bencilliğin kardeşliğe sayıldığı..!

Üç beş haddini bilmez gerizekanın hadsizce dışavurumlarının ceremesini çeken o minicik ellerin kan kokan kokusunun bile geçiştirildiği...

Televizyon programlarının kalitesinin her dilde eleştirilere dem vurulduğu halde hiç bir değişiklik olmamaksızın koyun gibi güdülme gereksinimi yaratan bir genç potansiyele sahip olduğumuz gerçeği....Bunu kabul etmek istemememiz gerçeği!..

Öyle güzel bir eğitim sistemimiz var ki, tazecik okuduğum "hatta çok severek okuduğum" Yılmaz Özdil" "kapesese" yazısından sonra perçinlenen miğde kramplarıma eşlik olsun diye yazıyorum. Nasıl da sistematik, adil! , düzenli ve hak edenin kazandığı bir eğitim sistemimiz var öyle.. Gerçek manada çalışanın kazandığı! "tabi ki alanında çalışması esas!" Sınav sistemimiz keza, işe alımlarımız bir başka keza.. hatta kaza..!

Bir seminere gitmiştim öğrencilere alternatif eğitim seçenekleri le ilgili bilgilendirmek için, MYO öğrencilerinden oluşan 7 günlük bir seminerdi. Bir çok MYO gezdik bu süreçte. Yazık ciddi manada yazık.. Çocuklar daha ortaokuldan çıkamamışlar.. Aynı beyin devam! Eğitime laf bulurken ailelerin vurdumduymaz "al oğlum bu harçlığın" modundan çıkması gerektiği düşüncemin pekiştiği "an"dır. Gençlerin gelecek kaygısı yok.! Öyle bir hedefi de yok! Hedef mi o da  ne! Adamlar realiteyi kavrayamamış, henüz. Eğitimin amacı neydi, geldik de neden buradayız! Bu insanlar mezun olunca da hazır müdürlük istemi ile çıkıyor bir de karşımıza.. Bu ne had bilmezlik.. Ya sabır yahu!

Bir lisede öğretmen olan bir adamın, eve 6 da gelen minik yavrusunun yürüyüşünden "ciddi manada sadece yürüyüş" 2 saat katlanamayan  bir eğitimcinin psikolojik dengesizliğinin mevcut olduğu sınıflarda genç bir nesilin o psikoloji ile eğitim gördüğü!.....

Dostluk-kardeşlik gibi kavramların bireysel çıkarlar gündeme geldiğinde, çıkarların! seçildiği..!
Düşüncelerini söylemeye yerinen! korkan..koca koskoca bir dünyadayız GENÇ!

Düşünme.. Ne halt yiyeceksin düşündükçe.. 

Pardon düşünen bir gençlik var mı! geleceği için kaygı duyan...Memurluk dışında hedefleri olan, kariyer hedefini gerçekleştirmek için çalışan bir GENÇLİK mi var? 

facede taş üstüne taş koymayan, realitede bi halta yaramayan... Annecik babacık paracıkk.. gezicik. gençlik..
Kuzum sizin genç beyinlerinize limon sıkıp salata yerine servis etmek lazım, kullanılmamış beyin salatası.. Bol ekşili!!!


Nasıl bir çığlık atasım var "imdatttt" diye.


29 Haziran 2012 Cuma

Empatisel "son sahne"



Hayalini kurduğum küçük düşlerim var idi, bir zamanlar o küçük düşlerin umudu bile huzur mu verirdi. Hayır aslında pek de verdiği sayılmazdı kendimi kandırmacadan ibaretti sanki biraz. Zira kendime karşı pek bir dürüst olduğum söylenemez başkalarına karşı sanki biraz daha fazla dürüstüm.
İş bir nebze kendime geldiğinde realiteden çok hayaller ve umutlar ile perçinlenmiş gecikmiş yada öyle sandığım bir öykü/cüklerim gizli aslında her bir minik serzenişim bir hiçlenme dürtüsünün yansıması da olabilir.
Nasılda demagojik deşifre melankolisi eşiğidir bu nasıl bir ironik yanılsama!
Yok aslında dibe vurmuşluğun bir tabiri, ben sanmıyorum yani olasılagelmiş bir söylemi olabileceği bile mechul. Hani derler ya bu son nokta daha fazla dayanacak gücüm yok.

Ama sınar birileri bizi sabrımızı o noktada, işte al sana o noktaya üç nokta daha eklemelisin. Gördünmü Nasreddin Hoca'nın eşşeğine nasıl da ters binilir! Gördün mü o son had nasıl da eşelenilir!

Var mıymış son bir radde katlanılası! Ne zaman olasılıkların analizini yapsak empati tadında olmasa da, biraz bencilce hatta fazlaca bencilce, hep kendimize atarız o kütüğümüzdeki çintikleri, bu tür durumlar karşısında nedense.. Sonrada o baktığımız solitaire tarzı bir oyun değilse elbette ki değil ama farkındalık biraz geç nafile :)  

Satranç mı oynuyoruz kardeşim.! Evet hayat bu kardeşim. Her çintiği kendine atarsan tek sahneli tek oyunculu bir tiyatrodan farkın ne!

Ki, o oyuncu bile hayatın empatisini kurgular çoğu zaman nacizane kurgusal.. Nacizane abartısal.. Ama döngüsel ve empati yoğunlukta yinede!

Şimdi derler sana, senin özelliğin ne.. Sen kimsinn olmmmm. yerler o bencil beceremediğin empatini de!

1 Haziran 2012 Cuma

Karalamalar

Yozlaşmış düşünsel kırıntılarının içinde kilitlerine dem vurdurttuğunu sandığın altın varaklı anahtarın!
kelamlarının asil korozyonuna uğramış...



Acıtmasın canını.. 
Yada boşver acımalısın.. ! 
kanasın...!


Dinç kalırsın!..


Kanatsın o asil kelamlarının sembolize edildiği mihraçlarını!!!



26 Mayıs 2012 Cumartesi

Bodrum Hatıraları...


Şirinlik ve estetikten fazlası ile nasibini alan bir yer Bodrum.
Küçüklük anılarımda şu an kafamda beliren tablodan çok farklı olsa dahi bambaşka bir yer..BODRUM..


Anneannem, savaş zamanında KOS/İstanköy adasından Bodrum semalarına uzandıkları dönemlerden pek bir şey hatırlamasalar da, o zamanlar Bodrum, tabiri caiz ise, çamur bataklık bir yer imiş.
Miras hakkı neredeyse olmayan kadınlar/kızlara kurak alan olarak deniz kenarları verilirmiş, erkekler ise çalışıp evlerine ürün ve ekmek götürecekleri için değerli yad edilen verimli toprakları alırlarmış..
Zaman değişiyor tabi.. O zamanın aslı şahane gelir dengesi, günümüz dengesi ! ile biraz karıştı. O zamanın öngörülen zenginlik kıstasları da değişkenlik gösterdi tabi bir nebze.. :)

O beyaz duvarlı, dar sokaklı yollarda, kuzenlerimle yakalamaca oynardık. Sonradan ben biraz ortamı bulandırıp asilik yapınca çete olmaya bile karar vermiştik. o zaman diliminde kim olduğunu bilmediğimiz kuzenlerimiz ile bir ağacın dibinde kaşılaştık.
Uzun dalları ve tırmanması kolay olan bir dut ağacı idi. Sanmayın ki beyaz dut hayır, kırmızı dut. Bodrum'da kırmızı dut kocaman ve çok lezizdir, İlköğretim okulu "Atatürk" o zaman tek ilköğretim okulu vardı. Bahçesinde devasa boyu ile dikilen tepesine çıkarak boolll boll meyve keyfi yaptığımız o kudretli dut ağacı dalları altında idi ilk karşılaşmamız.

Ben, kardeşim ve kuzenim.
Karşımızda da Tanımadığımız iki kardeş kuzenlerimiz, ve onların iki arkadaşları.

Biz biraz minyon tipler olarak paçalı tavuk misali, böğrümüz dik burnumuz ak! :) "yalan" tamamen duta bulanmış halde, birbirimize pis pis bakışlar fırlatıyorduk.
Karşı taraftaki kuzenlerden birisi NİNJA kılığında dolanırdı, kendine ninja denmesi hoşuna giderdi. Gülsekte eğlenir ve derdik.
Benim lakabım HOROZ idi :) ama bir bayanım.. Tavrım net ve keskin olmasından dolayı bu ismi mi verdiler bilemiyorum ben seçmedim. Kardeşime civciv derlerdi, hafif tırsaktı zira. Kuzen karabıdır mıydı neydi hatırlayamıyorum..Şu an..

İki asi grup bir kırmızı dut altında kaşılaşır.. Kırmızı burunlu HOROZ, ibiğini kaldırır! derdiniz ne sizin gidin başka ağaçta dutlanın.. Siz gidin biz kalcaz... Olay yumruklu kavga ve horozun ağaçtan inmesi ile tüyen ninjalar ile sonlanır. :)


Ertesi gün: Yeni yıl kutlaması, ailelerimizin isteği üzerine gittiğimiz tanımadığımız bir evde yılbaşı kutlaması! Bir miktar yolda ilerledikten sonra karşımızda bir villa. O zamanlar pek bir cahildik, ilk villa görüşümüzdü, gürgüsüzce "oooooooobu nebüyük evvvv wawwwwww" diyerek donup kalmıştık. İlk sinemaya gittiğimizde Sinema ekranına "baba bu dev televizyon mu?" dediğimi hatırlar kadar oldum :). İçeri girdik. Güzel bir salon, mutfak vs vsvsvsvs.. tabi öncesinde 4 buldog olan bir bahçeden geçmek durumunda kaldık. Bizi çocuk odasına aldılar. Oturduk.
Ev sahibesi "yengem" seslendi. Çocuklar misafirlerimiz geldi. Ve çocuklar aşağıya inerler, Hepimiz dumur!
Dut ağacı çocukları! EYvah...

Birbirimize alışmamız 2 şişe şaraba mal olmuştu :) Kendi üretim, şaraphaneleri vardı ve leziz şarapları.... Ve dostluğumuz kardeşliğimiz hiiiiç bozulmadı.
Eskisi gibi görüşemesekte...

Unutulmadınız ;)

Bir de...!


Ruhun derinliğini görebilmek var aslında...
Yüz*ündeki güzelliğin ardındaki, hüznü.. sanatın o şahane raks edişini... Farklı formlarda olasılıklara bürünerek..
Bir de fark etmek var aslında..

Bir de yok olmak!
Yok oluşu seyir etmek var bir de.. Acımasızca.. çaresiz bırakarak...

Bir de sevgi var aslında.. Kanadı kırık kuş gibi, titrek-ürkek..

Bir de.....




21 Mayıs 2012 Pazartesi

Cesaret ve ikiyüzlülük





Dürüst ve açık sözlü olmak, ikiyüzlülüğün ve cesaretsiz bencilliğin başaramayacağı bir şeydir.


Çoğu zaman kaybettirir.. Kazandırdıkları ise, o yalan yüzün 

getirisinden ziyade değeri makbulü zaif ve endamı şahane bir 

eserdir...!

27 Nisan 2012 Cuma

Döngüsel Artık*ATIK




Son zamanlarda içimde büyüyen kocaman bir mücadele isteği ve başarı arzusu kıvranmakta.. Dönüp dolanıp, hayallerimin peşinden gitmeyi kimi zaman karşılık beklemeksizin yaptığım tasarımlarıma ve bunların beğenilerine sunmuş olsam da, hep bir yanım eksik sanki...!

Her zaman kişisel gelişimin toplumsal farkındalığı arttırdığına inanmışımdır. Yaşadığım bazı olaylar bu farkındalığı bu toplumun hak edip etmediği mevzusuna getirdiğimde, düşünüp kalıyorum nedense!

Kimi durumlar oluşur, yada oluşturulur ya hani, hayallerimizin basamaklarını aşmamıza öncülük eder bunlarda bazı bazısı.... Tecrübe ederiz kimi zaman benzer konularda veyahut ilgisi ve alakası dahi olmayan konularda...

Geriye dönüp bakarız ki, acaba nerede eksik bir şeyler yaptım...!

Bunları kurgularken mi, planlarıma dahil ettiğim alanlar mı hatalı... Planlarım da mı var bir sorun! Yoksa insanlar mı sorunlu!

Ciddi ciddi kendimi sorgular pozisyondayım...!

Nedensiz dışavurumlar, hiyerarşik düzensizlikler, ekonomik yetersizliklerin getirdiği/sebep olduğu eksiklikler, aa unutmadan bir de kendi eksikliklerini görmekten korkup, mücadele yeteneği olmayan ve bunu sadece kurgusal karalamalardan öteye götüremeyen yetersiz dağarcığı ile döngüsel artık*atık*  kalıntıları bırakan kişiciklere de ithaf etmek akıllıca olur....







"Bir insanın hayata daha adım atar atmaz kendisini içinde bulduğu maskeli balodan haberdar edilmesi gereklidir. Çünkü aksi halde karşılaştığında anlayamayacağı ve tahammül edemeyeceği, hatta şaşkınlıktan tamamen donup kalacağı birçok şey vardır, ve aslında en uzun ömürlü olanlar onlar olacaktır ki "ex meliore luto finxit praecordia titan"(alçaklığın gördüğü himaye); erdemin, hatta en nadir ve en büyüklerinin, aynı mesleğin mensuplarının elinden çektiği aldırmazlık, hakikate ve büyük yeteneklere tahammülsüzlük, hatta garazkarlık, bilim adamlarının kendi sahasındaki cehaleti, halis mamullerin neredeyse her zaman aşağılanması ve sadece sahtelerinin baş tacı edilmesi böyle bir şeydir sözgelimi. O yüzden gençler bu maskeli baloda elmalarn balmumundan, çiçeklerin ipekten, balıkların mukavvadan yapılma ve istisnasız her şeyin oyun ve oyuncaktan ibaret olduğunu mutlaka öğrensinler..."SCHOPENHAUER









*kurgusal tepki

1 Nisan 2012 Pazar

Siyah kara bir duvak altında yadsınamaz yanlızlıktır bazen söylemler.. Yalnızlığa hitaben, aşka ithafen!




Siyah kara bir duvak altında yadsınamaz yanlızlıktır bazen söylemler.. Yalnızlığa hitaben, aşka ithafen!

Karalar durursun bazen, elindeki beyaz sayfalarda sevdiğin kişinin adı ile kendi adını alt alta.. 
Harf uyumları oyunlarına boyarsın kimi zaman sevgini, ya da sandığın o şeyi..


Aşktır duyduğun heyecan, onu sevme arzun.. 
Aşk"ın"sın"dır aslında kalbinin aynasının.. kalbinin yalnız aynası..


Saygı ile pekiştirilen cümleciklerdeki anlamsındır belki de.. 
Farkındalıklardan ziyade yerli yersiz kullanılan..

Seversin..
Onsuz bir HİÇ gibisindir.
Ama aslında onunla farklı bir bütünlüksündür. Sonradan fark edersin..
Sen varlığınla aslında her zaman ÇOK şey"sindir.
Fark etmez-farkındalığından bir habersindir belki de!

Aşkın ömrü 3 yıl derler,
Aşk ömürsüzdür bilader...
Aşk... Heyecanın zaman dilimine yayılmış ve o heyecanla yaşamayı öğrenmek demektir biraz da!


Sevmek ve onunla daha da çok şey olmaktır AŞK!


Aşk aslında BİZ olmaktır.!


23 Mart 2012 Cuma

Not defterinden "başlıksız"

Issız toprakların vaad edilmiş güzelliklerinin hayalinin gerçekliğini arar gibi dolanırken, ayaklarına bulaşan çamurun ironisi neşesini yerine getirmiş gülümsemesine sebep olmuştu..

Ağlamaklı çehresi kendine "çamura da battık, mutluluğu ararken" cümlesinin dışavurumcu realitesi ile yüzleşti.

Kendine gülümsedi..


15 Mart 2012 Perşembe

Huzur Ve Müzik
















Müziğin büyülü Tınısında hislendiğin zaman ansızın,
Can Atilla bestesinden çıkan o en içten tınıyı duyar gibi...

Hissetmek..

Gözlerini kapattığında,
kumsala uzanmanın teninde bıraktığı kum-un hissini..

Sahile vuran dalganın Tenine dokunuşunu..   bıraktığı ıslak kuru, soğuk sıcak ürpermenin verdiği melankolik içlenmenin aslında, huzur olduğunu!

Aldığın nefesin ruhunu temizlediğini hissetmenin, o arınmışlık duygusuna bıraktığı an-ı yeniden yaşamak gibi....

Duyguların/duygulanımın..... gökkuşağını yaşatır gibi..                                                                             

Not:  Can Atilla... parçası ekte...sizlerle. Gerçekten şahane bir müzisyen.


2 Mart 2012 Cuma

Eski sokak oyunlarımız. Yakan Top

Çocukluğumuzda oynadığımız ve oynarken de çok eğlendiğimiz oyunlardan biridir. "Yakan Top"



Oyun şu şekilde oynanır. Eşit sayılarda yada eşit güç dengesinde, "bazen çocukları da dahil edip yarım can muamelesi de yapardık" :) 2 Takım oluşturulur.

Takımların biri ortaya, biri de eşit sayıda bölünerek karşılıklı olabilecek şekilde hizaya geçerler.
İhtiyaç duyulan nesne her zaman ki gibi köşeleri olmayan herkesin peşinde koştuğu Top'dur :) Bu oyunda ondan kaçmamız gerekiyor.

 b takım"1/2"                                   a takım "tüm ekip"                              b takım "1/2"


Amaç : B takım oyuncularının A takım oyuncularını, teker teker topla belirlenen hizayı geçmeden "yerde vuruş mesafesi çizilmelidir, heyecanla unutulabilinir" atışlar yaparak vurmasıdır.
Bu nokta da bazı kurallar ortaya çıkıyor.

Kural 1: top yere değerek gelmeli.
Kural 2 : Havadan gelen topu yakalayan oyuncu, can kazanır. Bu can, ister vurulduğunda kendisi kullanır. İsterse de oyucnulardan istediğini "vurulmuş olanlardan" oyuna geri kazandırma şansını verir.

Kural 3: Orta takımda kalan oyuncu eğer ki tek kaldı ise, ekip aralarında belirlenen bir sayı "bu sayı oyun başında belirlenir" kadar dayanmak zorundadır. Her b takım pozisyonu, top attığında sayı bir ilerler. Belirlenen sayının "10" olduğunu varsayarsak ki genelde "20" olur :)
10 sayıyı yapan ekip yeniden oynama hakkı kazanır. Yapamazsa sıra diğer takıma geçer..


Oyunlarımız bitmez.. Bir sonraki sayı ile görüşmek üzere...





Kendime Serzeniş mi, Bu da, Ne?

Bazen yazılar yazardım sağda solda karalama kağıtlarına
acımasız sözler,
serzenişler, inat ve kinaye dolu...

Buldum geçen gün bir kırıntı gibi, buruşturulup atılmış bir köşeye eski bir çorap gibi
Açıp bakmak istedim, acaba ne yazmışım kime kızmışım diye kendi kendime bıdırdanarak..

Bu süreç çok da uzun sürmedi aslında, hemen açmaya başladım kıvrım kıvrım buruşturulmuş geçmişimi..
geçmiş zaman, di-li geçmiş zaman..
Yazmış-tı Bir köşeye atmıştı..

Açtı di-li geçmiş zamanı...

yanılmamıştım.

Yine öfke-kinaye-sitem..

fark ettim ki sevgili kağıt ve kalem..

En zor anımda yanımda bir tek siz vardınız.. Beni dinleyen anlamak isteyen,
Ve kendimi en rahat acımasızca kaleme döküşlerimi benimle paylaşan....

Bakındım sağa sola..

Mutluluk ile ilgili karalamalarıma ne olmuş diye..

Mutlu anlarımda sana nankörlük etmişim. kendime saklamışım o mutlu anlarımı.. Bencillik etmişim nedense.. Şu an hiç anlamadığım bir sebeple..

kendime serzeniş mi, bu da, ne!


03.03.2012 / 04:11

Çocukluğum..


Nasılda kolaydı çocukluk..
Tek hayalin oynamak.. Daha da çok oynamak..
Hayalini kurduğun kırmızı bisikletin alınma ümidi ile babamı umutla beklemek..
O minik tepeye çıkıp, çömelerek oynayan diğer çocukları izlemek..
İzlemek haftalarca...
O hayalin gerçekleşmesi ümidi ile..
ve işte o an!
Yeni bisiklet ile kavuşma....!
Ama kırmızı değil, olsun, bu benim bisikletim.. Demenin mutluluğunu yıllarca hatırlamak..
İşte çocukluğum..
Kısa sürede kombinasyonu çözüp,
Mini bisiklet çetesi kuruşumun hikayesi    :)

Hüzün..



Ölümün yalnız gölgesini arar buldum,
yüzümü yıkarken penceremden sızan yağmur damlasında
Sustum..
Dinledim..
Yutkundum, sessiz..
Gidişine..
Baktımm..
Yutkundum sessiz..
Hüzünlendim ani ve acı...
sıkıştı serçe kalbi misali..Kalbim..



İlginizi çekebilecek diğer yazılarım...^^

Related Posts with Thumbnails