29 Aralık 2010 Çarşamba

Risk!

Geçmiş ile gelecek arasında ince bir çizgi var derler, bu günün mahiyetinde.

Ama bence önemli olan o ince çizgide yürüyebilmek, gerektiğinde risk alabilmek, gerektiğinde de tututanabilmek.. Ara sıra da düz yürümeyi bilmek!

19 Kasım 2010 Cuma

Karmaşalı Anlar


















Bir hazan rüzgarıydı gönlüm kanatlanmaktan aciz, rüzgarı ile savrulan.
Miş li geçmişliklerde yaşamaktansa di li zamanlara akmayı seçen..

Var dı.. Umut ile dinginlenmeyi beklerken daha da coşan kanatlarının tozu..
Rüzgarı ile savrulan..

Takıl dı. Kaldı karmaşık karışık düşlerin-dünyaların peşinde.. Anımsanmaz - duygusanmaz.. umursanmaz!
Üfledi. Şişirdi gönlündeki sönen balonu tek nefesle..

Karış tı. Sökülen çorabın üstüste gelen tanelerinin arasında bir çöp gibi..
Çöp! Bir işaret ti.

Tut tu. Çekti Yavaşca kanatmadan - bulandırmadan - kaıştırmadan..

Derin bir nefesle üfledi. Sesiydi haykırışıydı.. Çığlığıydı..Yükselenn..

Zaman gelmiş ti.!


16 Kasım 2010 Salı

Avea - Turkcell Reklamı

Sevgili Pilokum,

Şimdi seninle bu gün uzun zamandır yine bi farklılık yapıp tv izleme kararını aldım. Bir baktım ki oğlum tvye ilgi duymaya başlamış. Özellikle Turkcell reklamlarına bayılıyor.

Tabi bahs etmek istediğim konu bu değildi :)

Avea mağazalarda indirim yapan bir paket sunmuş, ama sunuç benim sinirimi hoplattı bir miktar..  Karede "hepsini alalım" gibisinden alışverişkolik sinir bozucu sürekli sırıt modunda bi kadın. Bir de indirim gözlüğü takmış. Öyle bir ironik karede, düşünmeden edemedim, acaba o indirim gözlüğü indirimdeki ürünleri gösterirken, ödeme planını da gösteriyor mu? Yada hepsini alınca promosyon olarak ödeme yok mu diyor :D

Böyle bir kriz döneminde yok kriz geçiş döneminde yapılan reklamın içeriği ve kurgusu hiç ilgimi çekmedi doğrusu. Hatta oldukça itici buldum bir müşteri potansiyeli olarak.

Hele de koca pozisyonundaki çocuğun gözlükten önce ve sonra modu çok komediydi :) GÖ - GS Yani bir rol bu kadar mı yapmacık durur bilemicem.

Daha eğlenceli ve mantıklı reklamlar bekliyoruz aveacığım...

5 Kasım 2010 Cuma

Spartakus



Şu sıralar izlediğim tarihi dizilerden birisi Spartakus. Oldukça keyifli aksiyon sahnelerinin yanısıra, duygusal karmaşa, dönemin tarihi dokusu ile oldukça enstantenelenmiş.. Güzel bir dizi olsada bazı sahneleri RTUK den çıkamaz. +18 :)

Biraz bilgi vermek gerekirse, ki iyi olur bence.. 
Avustralya asıllı yıldız Andy Whitfield efsanevi lider ve gladyatör Spartacus’a dizide can verir. Xena dizisinden tanıdığımız Lucy Lawless ve Mummy serilerinden bildiğimiz usta oyuncu John Hannah da dizinin ağır toplarından. John Hannah “Ludus”(Gladiator Okulu) sahibi Batiatus‘u oynuyor. Lucy Lawless ise onun eşi Lucretia‘yı oynuyor. Bu çift maddi açıdan zor günler geçirmektedir ve köleliğe düşen Spartacus’u satın alıp onun yiğitliğinin tekrardan kendilerinin mevkisini yücelteceğini umuyorlar. Tabi olaylar umdukları gibi gelişmiyor.

Biraz da kurgusal bilgilendirme, diziyi izleyecekler bu kısmı okumadan, direk resimlere geçebilirler :)
Spartakus eşine çok aşık genç bir adam, bir generalin gelip ortalığı karıştırıp eşinin yanından ayrılması ile dünyası yıkılan eşini bulmak için herşeyi yapacağına yemin eden bir erkek tiplemesi ile karşımıza çıkıyor ilk bölümde. 
Bir şekilde kendini arenaya gladyator yetiştiren bir okulda buluyor, asi karakteri yüzünden ceza olarak yeraltı denilen yerde dövüşerek oldukça bol kepçeden dayak yiyor ve ölmüyor. Bu durum Gladyatör okulu sahibi Batiatusun gözünden kaçmıyor tabi. Baş dövüşçü olan asi bir karakter olan Crixus ile yaşadıkları atışmalı kareler görülmeye değer. Ayrıca Crixus Batiatusun eşi Lucretianın da  sevgilisi pozisyonunda. Biraz çapraşık ilişkiler mevcut dizide zaten bu noktada oldukça tartışma alan bir dizi. 
Crixus ise, formdan düşüp baş gladyatörlüğü Spartakuse arenada kaptırınca olayların rengi değişiyor. 
Spartaküs kayıp olduğunu düşündüğü eşinin, Batiatus tarafından bulunmasınının sevinci ile dört dönerken, yine Batiatusun emri ile öldürüldüğünü öğrenince çıldırır. Ve bir plan yapar... Ortalık karışır...


Oyuncular: (Oyuncu karakteri hakkında detaylı bilgi için tık..) (gerçek ad / filmdeki ad)

Lucy Lawless / Lucretia

John Hannah – Batiatus

Peter Mensah – Doctore

Manu Bennett – Crixus

Craig Parker – Glaber

Jai Courtney – Varro 

Viva Bianca – Ilithyia

Erin Cummings / Sura 

Nick E Tarabay /Ashur

Antonio Te Maioha /Barca 

23 Ekim 2010 Cumartesi

Bir Varmış Bir Yokmuşş.....


Bir varmış bir yokmuşlu yazıları nedense pek severim.

Aslında her birimiz bir varız bir yoğuz aslında. Ünlü düşünürler, eski atasözleri bile tekrar tekrar benzer konular üzerinde kafa yormuşlar komiktir ki bazı düşünce ve sözler de insanoğlunun kendisi gibi çelişir.

"Bir varmış birr yokmuş dünya masallmışş, her yolcuda payına düşen elmayı almış" demiş çok sevdiğim bir şarkıcı, beğenerek dinlerim. Neden mi beğenirim, tarzını sesini sesinin tınısını severim de ondan dinlerim :) Çok zayıfladı ama Sertab bu sıralar, aşk acısı falan mı çekiyor bilemiyorum. :)

Neyse konuma döneyim, bir varmış bir yokmuş..

Aynı dereden iki kere geçilmez.. (çünkü o da bir varmış bir yokmuş pozisyonuna girmiştir, aynı suda 2 kere çimlenemeyeceğinize göre, aynı saflık ve aynı durağanlıkta! O zaman o suyun saflığı da yokluk kavramına girmektedir diye düşünüyorum. Şimdi çimlenmek nedir=? Muğla Ağzında suya girmeye çimlenmek denir:) Denizde çimlendik. Eşelenmek gibi bişi, hani yüzme bilmeyenler Banu Alkan misali suya dalar çıkarlar ya o durum ve aynı o pozisyona bir ad vermişler bizmkiler. Çimlenmek..)

Sevgiyle kalınız.

Uzun süredir yazamadığım için üzgünüm valla. İşler yoğundu..Yazacağım ama, bu arada yeni blogger arkadaşlar pek pasifler. Soracağım hesabını olmaz böyle kardeşimmm..

25 Eylül 2010 Cumartesi

Bezirganbaşı




Bir kaç çocuk toplaşır, Başlarlar çığrınmaya:"Aç kapıyı bezirganbaşı bezirgan başııı, kapı hakkı ne verirdin ne verirdinn."

En az on kişi ile oynanan bir oyundur. Oyuncular aralarından iki seçerler. Bunlardan

Biri ‘altın saat ‘diğeri ‘altın bilezik' adını alır. Sonra ikisi yüz yüze dururlar, el ele tutuşup ellerini havaya kaldırırlar. Tek sıra halinde dizilmiş olan diğer çocuklar:

Aç kapıyı bezirgân başı, Bezirgân başı...
Kapı hakkın ne verirsin?Arkamdaki yadigâr olsun.Yadigâr olsun

Tekerlemesini söyleyerek bunların arasından geçerler. Dizinin son çocuğu yakalanır, kulağına “ Altın saat mi istersin; altın bilezik mi?” diye sorulur. Verilen yanıta göre çocuk soruyu soranlardan birinin arkasına geçer. Bu işlem tüm çocukların iki gruba ayrılmasına dek sürer. Sonra her iki grup çocukları birbirlerini bellerinden sıkıca tutarlar. Orta yere çizilen bir çizginin iki tarafında yer alan gruplar birbirlerini çekerek güç gösterisine girerler. Çizgiyi geçen grup oyunu kaybeder, yenik düşer. Oyun bu şekilde çocuklar bıkıncaya kadar sürer.

Küçükken en çok oynadığımız oyunlardan birisi idi. Heyy gidi günler heyy yahu ne eğlenirdik :) pc çocuklarına acıyorum bu hususta..

Eskiden depreşenler..


OOOOOOOO

piti piti karemela sepetii terazi lastik cimnastikkk.. Biz size geldik bitlendik. :)

14 Eylül 2010 Salı

Sevgili Günnük...


Sevgili Günnüküm,

Bu sıra gelgitler silsilesinde zor zamanlar yaşıyorum. Psikoloji olarak dalgalı kur bile daha duyarlı kalır herhalde. Kararsızlık vs diz boyu desem yeri.

Bir kaç karar verdim, uygulamaya meyilliyim.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Bayrama ne yazar, iste senin de olur.. !



Bu gün bayramın ilk günü.

Hiç bir bayram sevinci, heyecanı, eğlencesi hissetmeden sanki bir işkence gibi gelen bayram zorunlu ziyaretleri ardından noktalanan gün.. Bol serzenişler ve düşünmeden yapılan bazı sözlerin ardından geçen bir bayram.. Tatsız tutsuz..!

Düşünüyorum da çocukluğumuzun bayramlarını farklı kılan şey, o zamanlar çocuk olmamız mıydı? Yoksa daha da bir farklı mıydı bayramlar!!

Biz farklı bir şehirde otururduk, büyüklerimizden, bu nedenledir ki bayramlar hem hediyeler hem sevgi dolu buseler, hemde özlem gidermek demekti.. Bayram öncesi yapılan alışveriş keyfi bambaşkaydı tabiki de. O ayakkabıya sarılarak uyunur sabah heyecanla süslenir püslenilir sonrasında el öpmelere başlanırdı.

Şeker bayramı şeker verilsede para veren evler öncü durak olurdu her zaman.. Ne büyük keyifti..

Ara sıra bazı yerlerde Hacivat ile Karagöz oyunları izlerdik. Hacı cavcav...:) Şimdiki çocuklarımız bu kültürel miraslarımızı bilmiyor bilseler de alışkın oldukları 3d özellikleri olmadığından nedense pek bir yabancı geliyor onlara. Tabi bazı durumlar biraz farklı olabiliyor. Beğenebiliyorlar.. Nadiren tabi..

Birinci gün üçüncü gün derken noktalanan bayram.

Hepimizin bayramı mübarek olsun. Umarım bayram tadımız yeniden damaklarımıza beklediğimiz yerini alır..

7 Eylül 2010 Salı

Seçmeler...





Ay fırından yeni çıkan pankek misali bir keyfliyim ki sormayın gitsin..
Şahsi karalamaların dışında ilk defa bir portalde yazıyroum ay ne büyük sevinç keyf..
Herneyse,
Asi ve fevri ruhum der ki, ooo neler yapacağız neler... neler yazacağız, göreceğiz kim bilir.

Bu gün tavsiye üzerine bir dizi izledim, konusu biraz ilginç, bir ara dizi bittiğinde, yorum eleştiri yapacağız. Ama içerik güzel.

Kadın erkek ilişkisi üzerinde alıntılar, artılar eksiler, olasılıklar olmazsızlıklar.. Takıntılar acılar.. ve aşk!
Ya aşk nedir derler ya hep, aşk nedir!

İlginç bişidiydir. Hem yenir hem yenmez. Hem acıdır hem tatlı.. Hem tuzludur hem ekşi.

Ama nedense vaz geçilmezdir.

İlginçtir aşk.
Kadınlar üzerine bir çok yazı okudum ara ara birşeyler karalamayı düşünmüyor değilim bu mevzuda şahsen. Erkekler ile de bir çok ilginç yazı okumadım da değil, bu konuya da değineceğim bir ara..

Şimdi ilişkiler hakkında iki kelam etmek istiyorum ben aslında..

x ile y bir ortamda tesadüfü karşılaşmışlar. Amanın o da ne, bir elektirik kablosu kısa devre yapmış bu vektörlerimiz birbirine bulaşan vektörlerden etki almışlar. Haydi canım el zaman git zaman, olmuşlar aşık.Bir kafeye gitmişler, x ile y bişiyden kavga etmişler. Y çekmiş gitmiş.

Haydaaaa.. Nere gitmiş niye kavga ettiler. Al sana türk filmi. Yeşilçam.. Senede birr gün... senede bir gün..

Nasıl bi rmantık karmaşası nasıl bir melankolik damar durumu çözemedim ben bu durumu, kardeşim hani seviyordun hani herşeyi yapacaktın. Herşey lafta şekerim. Lafa gelince nedense her kescikler her bişiyi yaparlar, aynı zamanda herşey de herkescikler için mümkün kılınabilir. vesselam... Diyerekten ilk yazımı pardon 2. yazımı noktalıyorum..

Saygılar sevgiler efenim..

Yeni bir yüz.. Ben.. Xetra




Merhabalar,

Yazı yazmayı severim.
Blogda yeniyim:)

Burcu ile konuştuk, herşeyi paylaşıyoruz bi burayımı paylaşamıycaz. Haydi paylaşalım dedik..

İşte burdayım...
Herkese boll selamlar..

4 Eylül 2010 Cumartesi

Ayraç



Varlığın ile yokluğun arasına sıkışıp kalmışım.

Bir ayraç gibi..!!

3 Eylül 2010 Cuma

Yüzleşme 1



Öyle bir an gelir ya hani insanlarla boğuşmaktan bunalır, düşüncelerinle yalnız olmak istersin..

Öyle bir an gelir ki, düşüncelerinle yalnız kalmaktan ürkersin..

Öyle bir an gelir ki, hem yalnız olmak hem de yalnız olmamak istersin...

Öyle bir şey işte, ...!

31 Ağustos 2010 Salı

Eften Püften Karalama





Düşlerle takıntılıyım bu sıra,
Gelir gider huzur vermezler nedense bir türlü..

Oldukça sevmlidirler aslında lakin, nedense düşler ne sitediklerini bir türlü bilmezler..

Bazen ne istediğimi sorduğumda hiçbirşey cevabını verebiliyorken kendime, bazen bir tatil, bazen bir başka bir şey, bazen çook farklı bir şey istiyorum. Acaba ne istediğimi bilmiyor muyum ne?


Düşünüyorum öyleyse varım, yazıyorum öyleyse ifade edebiliyorum, çalışıyorum öyleyse başabilirim, hayallerimin peşinden gidecek yüreğim var..azimliyim ve mücadele ediyorum öyleyse kork benden "düş"!!!!!

Yakında ben senin Düş ün olacağım :)

KİPA - Buzdolabında zor zamanlar!



Geçtiğimiz 4 gün öncesi zaman diliminde zor saniyeler geçirmeme sebebiyet olan ve Buzdolabı, klima ayırımımın ne olduğunun farkındalık derecemi sarsan bir süreceme-deyim hala kurtulamadım..
Bazı temel olmayan, hatta çoğu sonradan gerekli gibi gözüken ve gereksiz olan bir şeyler için cebimizdeki tilkiyi rahatsız etmek için KİPA'ya gittik.
Dışarısı nasıl bir sıcak hemde yağmur öncesi sıcağı gibi ki sonrasında bir yerlere yağmış ki bir rahatladı hava fırtına bilem kopardı. Herneyse devam edeceğim konuyu olabildiğince saptırmadan. O sıcak ve bunaltıcı havadan oh mis gibi KiPa serindir diyerek, içeri dalışım hayatımın en büyük hatalarında birisi gibi geliyor şu an bana.
Aman allahım, nasıl bir soğuk!!!!!
Dondum.. Resmen dondum yani. hani serinletmek için klima çalıştırılır ya, yok öyle bir soğuk değil bu.
Ürünleri serin tutmak için ayrı dolaplara masraf yapmamak için içerinin ısısını komple 14 dereceye düşüren bir ısı. Nasıl titriyorum.. Oğlumu almışım kucama dondu çocuk diye sarıldım ona ısınsın diye, hay akılsız kafa balıklar temizlencek die beklemek snein neyine. Çık dışarı. Yok bekledim.
Aferin bana......

4 gündür nefes alamıyorum ciğerlerimdeki ve sırtımdaki ağrıdan! Yatamıyorum uyuyamıyorum, eğrilip dorğulamıyorum, ilaç milaç kar etmiyor kabus gibi...

Yakı dene dediler gittim eczaneye, kıza anlattım durumu güldü bana. Öyle hayırdır dedim, bende geçen aynı odlum Kipa neden o kadar soğuk ya muhabbeti ettik uzun süre. :)
Hatta çalışanlarından birinin yüz felci derecesine gelene kadar sağlıksal sorunlara bile sebebiyet vermiş olması oldukça garip..
Hatta bana bir an resimdeki gibi bir yer olsa kesinlikle erimezdi herhalde diye düşünmeden geçemedim.

Buradan şu sonuç çıkarttım, Kipanın müşteri hizmetlerine de ulaşamayıp kırk yerden su getirildikten sonra.. Bundan sonra KİPA ya gitmek yok!!!!!!!

29 Ağustos 2010 Pazar

Dejenere günler- gençlikler-çocukluklar!!!



Geçtiğim zaman aralığına dönüp baktığımda geride bıraktıklarım-ız ile başbaşa olmak ne ilginç bir ironi olsa da keşkelerle boğuşmamış olmam beni öyle mutlu ediyor ki..
Facede dolanırken , twit de insanların özellerine parmak basarken bir de kendi kendimle çelişen cümleler kurdum bir an.

Şimdi birinin sayfasında dolanıp, aşklarını - ex,aşklarını, sevdiği müzikleri, renkleri, siyasi görüşlerine kadar her şeylerini öğrenebilme lüksüne sahibiz. Kısmen güzel bir şey tabi. Ama nerde bizim "özelll" dediğimiz kısım. Hani biri sorsa "hani sen bunlaydın noldu", "sanane bu benim özelim" deme hakkına sahipsek o portallerde de bunun reklamını yapma özgürlüğüne sahibiz elbet.
Peki sorduklarında neden bir tepki veririz?
Zaten herkese duyurmuşsun ahan bu benimki, "pek mutluyuz mesuduz". "Hatta işte fotolarımız", "hatta ayrı hesaplarımız bilem var", "anime de de etiketledim ohh." "Geçen gün bana karakalem gül göndermiş çok güzeldi bi muhabbet bi muhabbet sorma" Haydin bunlar özel di duyuru kısmını seçtik diyelim.

Bir de 18 altı gençlerin muhabbetleri var ki, akıllara zarar. "Nalan kızım öldün sen öldünn" " noluyo ya orda gelmiim yanına bak ne o aranızda ne var sizin, hehhe makaramı kopardınız" Lafa bak hele. Bu laf 12 yaşında bir kızdan geliyor."Aşkummm seni etiketledim kızma bana" " bu etiketlediğin kız da kim" "kop kıyamet kop"
Türkçenin gelişi güzel kullanımını haydi geçiyoruz, arkadaş arası muhabbetlerin tarzı ve uç noktaları öyle bir sarsıcı ki..

Gülümsesem mi, tepki mi versem, cevap mı yazsam şaşırıyor insan.

Geçenlerde beni de etiketlemiş bir grup genç, bir resimde işin garibi tanımadğım yüzler var fotoda, düşünmüş sağolsun dedim ama geçen konuşmalara uzun süre güldüm. "Ayy ben çok çirkinmişim""ay bu sefef güzel olmuşum bak heheh" "ya aşk olsun ben nie o çocun kucandayım" " nası bi miğde var sizde yaw hepiniz üst üste çıkmışınız" "sende ordaki böceksin ama nihaoahjhahahaoaah" diye sürüp gidiyor :)

Birkaç sözlüğün bu konuda düşünceleri de şu şekilde:

Ekşi:" insani degerlerini, ahlaki degerlerini, kültür hazinesini damla damla kaybetmeye baslamis; üretimin ve paranin aciz kölelerine dönüsmüs; önündeki mcchicken'i götürüp üstüne bir bardak soguk coke indirmesini bilen; üretmeyi, ortaya tüm insanlik söyle dursun kendi icin bile faydali birseyler koymayi bilmeyen; kendini bilmeyen genclik."
Ekşi: "toplum içindeki oranı korkunç bir yüzdeyle artmaya devam eden,sevimsiz güruh.

bundan çok değil 10-15 sene öncesinin gençliğiyle kıyaslanamayacak derecede kötü durumda olan amaçsız topluluk...
"önce sen kendine bak" diyen haklı tepkileri duyuyor gibiyim. ama aynı derenin içinde yüzerken ıslanmamak pek de mümkün olmuyor açıkçası...

inanır mısınız eskiden inandığı siyasi temeller uğruna var gücüyle savaşan,kendi hak yolunda bir şeyler yapmak için çırpınan sağcısı , solcusu, orta yolcusu her ne olursa olsun bir şeyler yapmaya çalışan nesli düşününce şimdiki nesilden olduğum için utanıyorum resmen...

siyasi amaçları uğruna hayatını feda eden insanları yüzde yüz doğrulamıyorum ama şimdiki nesle bakınca da onlara özeniyorum. en azında uğrunda uğraşıp didinebilecekleri idealleri vardı.

belki de kilit kelime buydu,bizim kaybettiğimiz ve aramak için de hiç çaba sarfetmediğimiz : ideal...

amaçsız,ne yaptığı belirsiz,ne yaptığından habersiz,mutluluğu saçma şeylerde aramayı marifet sayan ve üretmekten çok asalak gibi gün geçirmeyi marifet sayan neslin yüzde kaçının bir ideali var acaba ?"

Burdan ne sonuç çıkartıyoruz.

Yeni nesil gençlerimiz, sosyal faaliyet veya bireysel başarı peşinde koşmaktansa, okuyup öğrenmektense bu şekilde zamanlarını öldürüyorlar.. Güzelll..
Aferim onlara..

Ailelere de aferim. Tabi benimde bir oğlum var büyük de konuşmamak lazım umarım engelleyebilirim..:)


                                                                                                                    -----   devam edecek...

26 Ağustos 2010 Perşembe

Elfen Lied

  
Yazıyı
okumaya
başlamadan
önce
yukarıdan
müziği
açmanızı
öneririm,
Animenin
soundtrackı,
uzun süre
kulaktan gitmeyen
büyüleyici bir
tınısı var..
Elfen lied- lilium.



Elfen Lied, Japon Manga serilerinden biri 13 bölümden oluşuyor. Studyo Arms prodüksiyonluğunda yapılan dizi, Ocak 2004 tarihinde piyasada yerini almış olasına rağmen ülkemizde oldukça yeni. Animenin yaratıcı ismi ise Lynn Okamoto. O yılların grafik şartlarına rağmen iyi iş çıkartmış.

Dizinin başlangıcında muhteşem bir parça tüylerinizi diken diken ediyor. Dünyada herhangi bir etken olmaksızın doğan bebeklerin kulaklarının (kafatasından çıkan ve kemik şeklinde ve kafatası ile birleşik) farklı olması ile farklı bir süreç başlıyor. Diclonius denilen mutanta uğramış bir insan soyunun ortaya çıkması ile bu soyun insanları yok edeceğinden korkan bir grup insan ve hükümet Japonyada gizli bi roluşum kurarlar, bu doğuştan Diclonius lar toplanıp kapalı bir alana hapis edilir ve denek olarak kullanılır.






Üzerlerinde deneyler yapılır. Görünmez kolları ki buna (vektör) deniyor.



İçerik olarak düşündüğümüzde, korku formatına yakınsa da bir korku animesi değil, çıplaklık anime sürgüsü boyunca mevcut olsa da bunu masumluk boyutunda ve masumluk karesinde tutmayı başarmışlar. Çocuklar ile izlenebilecek bir türü de var sayılmaz, ç,nkü havada uçuşan kollar bacaklar ve bol bol kafatasları görebilirsiniz. Vıjk diye patlatılan bedenler ve her yerde kan..





Karakterler: (seslendirenler)


Lucy * (Sanae Kobayaşi): 18 yaşarında diclonius bir kız. Küçük yaşta okulda sevdiği bir köpeği öldüren diğer öğrencileri parçalara ayırdıktan sonra gücünü keşfetmiş, Sonrasında tesadüfi olarak aşık olmuştur. Acimasız ve üreme yeteneğine sahip tek diclonius.

Nyuu* (Sanae Kobayaşi)Lucy'nin kişiliği bölününce ortaya çıkan ve dizideki en saf, en masum karakterlerden biri. Kouta'ya Lucy gibi aşıktır. Vektörlerini kullanmayı bilmez.



Kouta (Çihiro Suzuki): Lucy in çocukluk arkadaşı, Lucy e söylediği bir masum yalan yüzünden ailesinin ölmesi ile hafıza kaybına uğramıştır. Ama o da Lucy'i sever.



Koutanın kardeşinin ölümü:




Yuka (Mamiko Noto): Kouta'nın kuzeni, o da Lucy gibi çocukluktan beri Kouta'ya aşıktır. Babasının olan bir evi kullanması için Koutoya verir, ve tüm herkes orada buluşur.. İhtiyacı olduğunu düşündüğü insanlara kalacak yer ve yemek sağlamaya başlarlar. Ev aslında bir handır bakımını yapıldıktan sonra karşılığnda başka bir şey istemez.

Nana (Yuki Matsuoka) : Dizideki En saf karakterlerden biridir. Öldürmeyi sevmeyen tek dicloniustur. Laboratuarda uzun süre denek olarak kullanılmış ve kendisine destek olarak baba gibi gördüğüve ona hep destek veren Müdür Kuramayı seçmiştir. Vektörleri Lucy'ninkinden daha uzundur.Lucy'yi bulup labaratuara geri götürmek için görevlendirilmiştir. Nana Lucy'ye eve dönmesini söyler. Lucy onu dinlemeyince ölümcül bir kavgaya başlarlar ve bu kavgada nana kollarıyla bacaklarını kaybeder... Daha sonra mayu ile tanışan ve Kouta'nın evine taşınan Nana, büyük bir travayı atlatmak zorunda kalacaktır... 

Müdür Kurama (Osamu Hosoi):Araştırma merkezinin müdürü. Lucy ona çok yaklaşsa bile zarar vermedi çünkü Kurama'yı öldürmekten çok onun sevdiklerini öldürmeyi tercih etmişti.






Mariko  (Tomoko Kawakami) : Mariko, kuramanın gerçek kızıdır. Kurama denek olarak kullanılan bir diclonius'tan vektör virüsü bulaşınca kızı da bir diclonius olarak doğmuştur. 11 metre uzunluğunda bir çok kolu vardır. Bu mükemmel Diclonius, hiçkimse işe yaramayınca Lucy'yi öldürmek için görevlendirilen son varlıktır. Tam bir şeytan olan mariko, yıllarca anneliğini üstlenen kadını bile bir çırpıda öldürür. Ama bilim adamlarının ona geçmişte yaptıkları bi operasyon (vücudunun içine yanlış bir hareketinde patlatılacak bombalar yerleştirilir), marikoyu sadece bir silah haline getirmeye yetecektir. Yıllarca gerçek annesini ve babasını bekleyen Mariko, Kuramayı tanıdığında, gerçek küçük bir kız olur... vucuduna yerleştirilen bombaların patlaması ile Kurama ile birlikte ölür.

Asker:  Öldürmek için özel olarak eğitilmiş,takıntılı ve  kendini beğenmiş bir canidir.Öldürmekten zevk alan bu adam, devlet için çalışır ve Lucy'yi öldürmek için görevlidir. Lucy ile kapışmasınd kolunu, bacağını ve gözlerini kaybeder. Ama bunlara rağmen asla peşini bırakmaz..


Bağlantılar:
Fan Fan, fan dvd, sözlük, genel bilgi



22 Ağustos 2010 Pazar

Mırc eğlencesi


Üniversiteden mezun olduktan sonra bir süre mirc programlarına takılı kalmıştım.
Baya eğlenmiştik tabi o zamanlar geyiq-ler uçuşurdu etrafımızda.
Şimdi diyorum da kendime ne kadar boş şeylerle ne kadar çok zamanımı harcamışım.. Tabi o zaman bu keyifli gelir, önümüze gelenle kapışırdık.
Mırc da sohbet yapmanın bile kuralları vardı.
İlginçtir ki hani konuşmaya kalksak eskilerden, ay çok cadıydın sen, lafı tıkardın ağzımıza diyeceklerinden eminim :D

Mırcda sohbet etmek nasıl bir şeydi..

İlk kişisel bilgilerinizi vs girdikten sonra böyle bir sayfa açılıyor, tabi en tepedekiler sorumlu kişiler. Op, +v. gibi size verilebilecek yetkiler ve onurlandırma seçenekleri olur. Genelde kızlara kafalamak amacı ile sahipler tarafından verilir. Sırf muhabbet olsun diye admin yapılır vs..Farklı bir yapılanma.
Tabi büyük global serverlerde muhabbet genelde sınırlıdır. Zaten kanala giren çıkan o kadar çok olur ki onların joined, exit msjlarından bir şey yazamazsınız.. Bu da sinir bozucu kısmı.
O zamanlarda samimi bulunan minik serverler daha keyf verirdi.
İnanın bana güzel arkadaşlıklar da oluşabiliyor.

7 yıl öncesinden bahsediyorum  : ) Ve içlerinden bazıları ile hala görüşüyoruz, tabi sanal olarak :)

Tabi o serverlerde mutlaka bir bil bakalım, sayfası ki orada sürekli sorula rçıkar en hızlı cvp veren ipuçları çıktıkça da puan düşer, en büyük puanı kapar. Genel kültür gerekse de soru gönderen kişilerin genel kültür sorunu olduğunu da düşündüğüm zamanlar da oldu..

Tabi bir de radyo penceresi açılır girdiğinizde, orda da size müzik çalar ve istekte bulunurken sohbet de edebilirsiniz. Tabi o zamanlar netten radyo dinlemek gibi bir lüksümüz olmadığından çok keyf alırdık bi zbu işlemden. Arada çıkan abuk şarkılarda olmasa daha keyf verici olabilirdi tabiki...

Herneyse, geçen gün RK dan tanıdığım Mısram yayındayım deyince merak ettim nasıl bir yayınmış bu.
Aynı Mirc formatı, Giriyorsun ve keyfle Mısram ın listesindeki şarkılardan dinleyebiliyorsunuz. İşin güzel tarafı da şu, istek de de bulunduğunuzda o şarkı elinde olmasa da sizin için hemen temin ediyor ve şarkınıza kavuşuyorsunuz.

Ben çok beğendim, keyf aldım.
Bir denemenizi tavsiye ederim :)

Günnük Undefined!!!



Sevgili Günnüküm,

Genelleme ile yazıya başlamaktan nefret etsemde, manasız başlangıçları nedense pek sevmiyorum. Yazmayı hep  sevmişimdir, ama genelde yazdıklarımı gözden geçirdiğimde ekleyecek bir şeyler bulurdum.

Bu sıra bir ilham eksikliği mi yaşıyorum nedir? Bir eksiklik, aşırı melankoli hakim bende..

Bu durumu aşma kararı almam ile beraber, kendimi yeniden bloguma adamaya karar verdim..

Eskiden bir blogum vardı çok severdim, pek iyi anlaşırdık kendisi ile, ama şifresini unutmam dahilinde yabancı düştük birbirimize, tanırken tanımaz oldu beni.

Ben de ona bu hakkı verme kararı verdim.. Artık özgürdü.. :)

Herneyse, şimdi yeni blokum var mutluyum mesudum yazıyorum ne olmuş yani..
Hmm iyi olmuş iyi..:D

20 Ağustos 2010 Cuma

Aşk- sın

....





Hani derler ya Aşk Herşeyde!!

Yalan...

Asıl Herşeyde olan Sen-sin....













...

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Logo..!!!



Hep merak etmişimdir, yapılan logoların, tabloların hikayelerini... Tabi genele baktığımızda her toplumsal bağlamın bir hikayesi vardır. Her yöresel kostümün her detayının, her bayrağın, her şarkının.. Bir hikayesi vardır.

Herneyse şimdi konumuz logolar..

Dünyaca ünlü markaların logoları ile ilgili her zaman bir şeyler duyarız ve kimi zaman da inceler okuruz. Diğer tüm logoların anlamlarına ilişkin ön yazıları burada ekliyorum.

İçlerinde benim en çok dikkatimi çeken Alfa Romeo oldu.

Yazılanlara göre,

Alfa Romeo,
Açılımı gerçekten çok uzun (Anonima Lombardo Fabbrica Automobili) olduğundan birçok ülkede Alfa Romeo, sadece Alfa olarak anılıyor. Afta markası, Romeo soyadını kuruluşun-dan dokuz yıl sonra (1919'da) aldı. Tarihi romanlardan çıkma bir italyan yakışıklısının ismi olan Romeo, markanın adına etkileyici bir yan anlam da kattı. Aslında Romeo, sadece Nicola adlı bir Alfa mühendisinin soyadıydı. Firma 1910 yılında Milano'da kurulduğunda yönetim logo olarak, şehrin iki sembolünü kullanma kararı aldı. Bunlardan ilki, şehrin logosunda yer alan kızıl bir haçlı. İkincisi, Visconti Ailesi'nin flamasından alınan bir yılandı ve bu engerek, bir çocuğu yutuyordu. Bu ilginç logo, ilk Haçlı Seferi'nde Araplar'a karşı kazanılan zaferi simgeliyor. Alfa'nın amblemine, 1925 yılında kazandığı ilk dünya şampiyonluğunun ardından bir de defne yaprağından taç ilave oldu. 


Ama araştırmalarıma göre işin aslı biraz daha farklı,

Haçlı Seferleri sonrasında, Hristiyanların Müslümanlara tepkisi ile oluşumunu sürdüren firmalardan birisi Alfa Romeo. Açılımı gerçekten çok uzun (Anonima Lombardo Fabbrica Automobili) olduğundan birçok ülkede Alfa Romeo, sadece Alfa olarak anılıyor. Afta markası, Romeo soyadını kuruluşun-dan dokuz yıl sonra (1919'da) almış. Tarihi romanlardan çıkma bir italyan yakışıklısının ismi olan Romeo(elbetteki julietin romesu değil), markanın adına etkileyici bir yan anlam da kattı. Aslında Romeo, sadece Nicola adlı bir Alfa mühendisinin soyadı. Firma 1910 yılında Milano'da kurulduğunda yönetim logo olarak, şehrin iki sembolünü kullanma kararı aldı. Bunlardan ilki, şehrin logosunda yer alan kızıl bir haçlı. İkincisi, Visconti Ailesi'nin flamasından alınan bir yılandı ve bu engerek, bir çocuğu yutuyordu. Bu ilginç logo, ilk Haçlı Seferi'nde Araplar'a karşı kazanılan zaferi simgeliyor. Alfa'nın amblemine, 1925 yılında kazandığı ilk dünya şampiyonluğunun ardından bir de defne yaprağından taç ilave oldu.

Yani bize aleni şekilde diyor ki,
Solumda haç, sagımda hiristiyanlari sembolize eden bir YILAN ve yilanin agzinda ki müslüman (haçlı seferlerine gönderme yapılarak) bir COCUK!

Haydi bakalım hodri meydan....


13 Ağustos 2010 Cuma

Gökova Ve Yıkılan Hayaller...



Türkiye'nin eşsiz güzelliklerinden en çok nasibini alan sanırım Muğla'dır. Merkezde sakin ve seçme bir insan bütünü ile yaşayan halk sahile 30 dk uzaklıktadır. Muğlalılar, genellikle memur ve geriye kalanları da kira ile geçinen halk çoğunluluğunu oluşturur. Burada yaşam sakin ve huzurlu.. İdi.. Üniversitenin gelmesi ile bazı siyasi (ırkçı) çatışmalara sahne kalsa da, yerel halk bunu sadece "rahatsız edici ve üniversite keşke hiç gelmeseydi" şekilde de yorumlar. Üniversite geldikten sonra Muğla, eskiye nazaran yozlaşmış, değer yargıları dalgalı kura dönmüş bir vaziyettedir ki bu acınası bir tablo.
Güven baz alınan şehrimde artık insanlara güven kalmamış durumda.. Tabi yerel halk birbirlerine güvenden bir şey kaybetmiş sayılmaz.
İlginçtir ki, şehrimizde esnafların politikası farklıdır, memur mesaisi gibi işler. Sabah 8- akşam 9. Restorant ve sonradan gelen bir kaç firma dışında 12 ye kadar açık kalan firma nadirdir.

Bir şey eksikse, komşuda vardır kesin, kap bir kase al gel.. :)

Bir değişiklik yaparak Yat Turuna , Tekne Turuna katılma kararı almıştık. Kültürel bir gezi neticesi ile ki nasıl bir şey ise Kültür Bakanlığı bu geziyi Kültürel Aktivite gibi görmediği şaşılası bu konuya sonra değineceğim. Yurt dışında bir festivalde ülkemizi temsil edecek olan MSM Muğla Kültür Sanat Ve Spor Merkezimiz bünyesinde yıllardır çalışmış olan grubumuzla bir Gökova (algida reklamlarından belki hatırlarsınız) turu düşündük. Gökova Belediye Reisimizin de desteği ile 30 kişilik çoluk çocuk toparlandık. Yola çıktık.

Ama malesef ki, Gökova eski Gökovalılığını kaybetmiş, evet hala çok güzel ama kendi halkına kendi insanına eziyet edip, yurt dışından gelen bazı gruplara torpilvari tavır takınma derecesinde aşırı davranışları es geçtiğimizi var sayarsak bile. Önceden ayırtmış olduğumuz teknenin, yolcusunu almadan kalktığını, ve bizi güneşin alnında (hadi bizi es geçiyorum çocuklar var!) sabah 10 dan akşam 5 e kadar terasda yolculuk etmemizi talep etmeleri ile büyük bir harbede yaşandı. Para insanları ne hallere düşürüyor, karakterlerini ne kadar küçük düşürüyor.!!!
Gökovayı sevmiş olsamda, Tekne sahiplerinin bu davranışı tamamen profesyonellikten uzak ve sadece günü kurtarma havasında! Türkiyem seni bu insnalar gibi insanlar bu hale getirdi!!! Kendi insanına sahip çıkmayıp, birdaha geleceği keisn olmayan turiste peşkeş çekmeler..



Ve bu bir sondur. Bir daha o firma ile hayatta tura katılmam...:)

Organizasyonlarım abile dahil etmeyi düşünmüyorum. Çok kızdım ..:)


Son olarak limanımız en sevdiğim koy olan Çınar'da sonlandı.. Süper bi yer..

6 Ağustos 2010 Cuma

Çocuklar Duymasın

Uzun zamandan sonra eve misafirin gelmesi neticesinde açılan televizyonumuzun neşesi yerine geldi.
Kanalda tam istediği tarz bir aile dizisi, Pınar Altuğ'u bu dizide görmek keyf verici olsa da, izlerken acaba her karakter var mı? diyerek oyuncuları tek tek incelemeye başladık.

Tüm kadro iş başı yapma kararı almışlar sanırım zira önceki bölümlerde Pınar Altuğ ayrıldığında dizinin tadı kaçmıştı. Hiç izlemek istememiştim.
Tamer Karadağlı, fevri çıkışları, dalgalı karakteri ve maço baba havasını her zamanki  gibi korudupunu gözlemlerken bir şey dikkatimi çekti. AAaAaa demişim.. Mutfak havası kaybolmuş..
EE o zaman "Neden hala " "Çocuklar Duymasın" demeden de duramadım..  Sonradan da çocuk mu kaldı bunlar genç olmuş iyice de dedirtti.. Maşallah pek yakışıklı bir aile tablosu olmuşlar... pü püp üüü nazar değmesin..

Yeni Duygumuz da oldukça güzel bir kız "Hayal Garip", rol yakışmış, eski Duygumuzu arayacağız biraz ama umarım konsantre sorunu yaşamaz. Kafama takılan bir nokta ise, O gencecik kıza öyle ağır bir makyaj yapılmış ki, bir de zaten çok güzel.Yüzündeki fondoten rengi ile boynunun arasında tam 8 ton farkı var..Yani birincisi o yaşta bir cilde bu kadar ağır makyaj neden yapılır, ikincisi eğer ki gerekli ise neden boyuna da biraz rötuş yapılmaz.. İlginçti.



Dominant Teyzemiz ki benim favorimdir kendisi "Zeyno Günenç" kadroda yer alması beni çok sevindirdi. Ama keşke light babamız "Selami""Özgür Ozan" de olsaydı, özleyeceğiz..






Kızıl saçlı minik Furkan Kızılay "Havuç" olmuş kocaman yakışıklı bir genç.


Efsanevi hale gelen çaycımız, pek bir maço yine her zamanki gibi.. Vaz geçemediği arkadaşı ile yine aynı karedeler..








İlginizi çekebilecek diğer yazılarım...^^

Related Posts with Thumbnails